Hint Dinlerinde Kötülük ve Şeytan

Makale
Ali İhsan Yitik, Prof. Dr.
Hint Dinlerinde Kötülük ve Şeytan
Milel ve Nihal
Dinler Tarihi
Hint Dinleri
İstanbul
2003
c. 1
ss. 21-39
18 s.
Hinduzim, Budizm, Kötülük Problemi, Şeytan, Asura, Dasa/Dayu, Raksalar, Aratiler, Piçakalar, Paniler, mâyâ, Mâra, Puranalar,
Pdf
Hint Dinlerinde Kötülük ve Şeytan*

Makale her ne kadar ¨Hint Dinlerinde Kötülük ve Şeytan ¨ şeklinde isimlendirilmiş olsa da sadece Hint dinlerinden Hinduzim ve Budizm’in bu olgular hakkındaki görüşleri tartışılmış, diğer dinlere yer verilmemiştir. Bunun sebebinin diğer Hint dinlerinin-başta Cayinizim ve Sihizim olmak üzere- yeryüzünde mensublarının az olması olarak açıklanmıştır. Makale ¨Hinduizm’de Şeytan¨ ve ¨Budizim’de Şeytan¨ adlı iki bölümden ve ikinci bölümün hemen sonunda Budizimde şeytan ve kötülük problemlerinin daha iyi anlaşılması için Budist kaynaklarda sıkça geçen iki hikaye aktarılmaktadır.

Hinduizm’de, uzun tarihsel süreçte çok tanrıcı (politeist), tekçi (monist) veya tek tanrıcı (monoteist) anlayışlardan zaman zaman birinin bazen de aynı anda iki veya üçünün yan yana var olduğu görülür. Şeytan veya benzeri güçlerin varlığı konusundaki telakkilerin de Tanrı anlayışlarına bağlı olarak değiştiği söylenebilir. Hinduizmdeki şeytan üç dönemde ele alınmıştır: vedalar, uphanishadlar ve Ramayana ile Mahabharata destanları dönemleri,

M.Ö.XV- M.Ö. VIII. yüzyıllar dönemine ait oldukları düşünülen Vedalarda, çok tanrıcı (politeist) bir anlayış söz konusudur. Burada pek çoğu günlük hayatta karşılaşılan şimşek, yıldırım, yağmur, rüzgar gibi doğa olayları veya güneş, ay ve samanyolu gibi gök cisimlerine insani birtakım özelliklerin atfedilmesiyle ortaya çıktıkları düşünülen yüzlerce tanrı veya tanrıçayla karşılaşırız. Temel görevleri kainattaki rta adı verilen evrensel düzeni korumak olan bu varlıklar insanüstü niteliklere sahiptir.
 Eğer olaylar istedikleri yönde gelişmiyor veya arzu etmedikleri birtakım acı olaylarla karşılaşıyorlar ise, bunları, tek bir kötücül varlığa veya kaynağa da atfetmiyorlardı. Onlara göre, böyle olayların iki muhtemel nedeni olabilirdi: İlk ihtimale göre bunlar, bir şekilde insanoğluna öfkelenen iyicil tanrıların ceza olarak yarattığı durumlardı. İkinci ihtimale göre ise insanları üzen bu olaylar, demonlar olarak isimlendirilen, mahiyetleri itibariyle zaten kötü olan varlıkların neden olduğu felâketlerdi.

Tanrılara ve insanlara düşman olan varlıklar, ya demonlar olarak, Asuralar, Dasalar/Dayular, Raksalar, Aratiler ve Piçakalar isimleriyle anılan çeşitli gruplar şeklinde ya da Vrtra, Vala, Arduba ve Çambara adıyla anılan bireyler olarak görülür. Bireysel olarak anılan varlıklar, daha ziyade savaş Tanrısı İndra’nın baş düşmanları şeklinde tanımlanıyordu. Başka bir ifadeyle, onlar, insanlardan ziyade İndra’yı alt etmeye çalışan varlıklardı. Bu varlıklardan özellikle Vrtra, fırtına, şimşek ve yıldırım gibi doğal olaylar üzerinde etkili olan ve okyanusların derinliklerinde gizlenen bir yılan olarak tanımlanır.

Demonlar şeklinde anılan düşman topluluklar arasında en önemlisi, asuralar adıyla bilinen gruptur. Vedalarda ve Brahmanalarda Asuralar, tanrıların baş düşmanı olarak tanımlanır. Kaynaklarda asura kelimesinin anlamıyla ilgili üç farklı görüş vardır. Birinci gö- rüşe göre, asûra, “tanrısal veya ruhsal varlık” anlamındaki sûra kelimesinin olumsuzudur ve “ilahi/ruhani niteliğini kaybetmiş varlık” anlamına gelir. İkinci görüşe göre ise, “ruhsal, ilâhi” anlamına gelen bu kavram, ilk dönemlerde tıpkı Zerdüştilikte olduğu anlamda, bütün tanrısal varlıklar için bir sıfat olarak kullanılıyordu. Fakat zamanla, deva kelimesinin karşıtı olmuş ve “kötücül, aşağılık” anlamlarında kullanılmaya başlanmış; Hinduizm’de daha ziyade bu anlamıyla şöhret bulmuştur. Böyle bir değişmenin muhtemel nedeni, Hint ve İran kültürleri arasındaki ayrışma ve aralarında ortaya çıkan rekâbettir. Öyle ki bu rekâbet, zaman içerisinde, “birinin iyi dediğine diğerinin kötü demesi gerekirmiş” gibi bir noktaya varmıştır. Nitekim ahura/asura terimi İran’da “yüce veya ulu” anlamında kullanılmaya devam etmiş, hatta en yüce tanrıları Mazda’nın sıfatı olmuştur. Buna karşılık, deva terimi ise, Hindû inancındakinin aksine, insanlara zarar veren kötücül varlıkları tanımlamak için kullanılmıştır.

Asura kelimesinin kaynağına dair üçüncü ihtimal ise, Assuri kavramıdır. Assuri veya Asurlular M.Ö. 3000 yıllarından M.Ö. 600 yıllarına kadar Mezopotamya, Elam ve Suriye bölgelerinde hüküm sürmüş bir devlettir. Sami ırktan oldukları varsayılan Asurlular, Ari kökenden gelen İran ve Hintlilerin en korkulu düşmanlarıdır. Hatta Hintliler, onları dünyadaki en zalim ve en korkunç insanlar olarak görürler. Dolayısıyla Asura terimi, başlangıçta Arilerin baş düşmanı olan bu devlete veya onun askerlerine delâlet ederken, zamanla insanüstü nitelikleri haiz kötücül varlıklar için kullanılmış olması Yazar’a göre muhtemeldir.

Paniler adıyla bilinen demonlar ise, asuralar kadar önemli bir grup değildir. Fakat onlar, ineklerin sütünü tutar ve böylece dinî törenlerin vazgeçilmez malzemeleri olan süt, yoğurt ve tereyağı gibi temel maddelerin teminini zorlaştırır. Bunlar olmayınca, dinî törenler lâyıkıyla yapılamaz. Sonuçta bu durum İndra, Agni ve Soma gibi iyicil tanrıların öfkelenmesine, en azından kendilerinden beklenen iyilik ve yardımın gecikmesine, sonuçta insanların zarar görmesine yol açar. Başka bir deyişle paniler, asuralar gibi doğrudan değil, dolaylı olarak kötülüğe neden olan yaratıklardır.

Dasalar/dasyular adıyla bilinen demonların ise, her hangi bir varlık kategorisine işaret etmenin ötesinde, doğrudan doğruya Arilerin düşmanı konumundaki yerli Hint kabilelerini ifade ettiği söylenebilir. Çünkü Hint destanlarında sık sık pek çok Dasyunun Ariler tarafından dize getirildiğinden söz edilir.

Raksalara gelince, Rig-Veda’da yaklaşık elli beş yerde kendilerinden söz edilen ve asuraların, tanrıların baş düşmanları olduğu anlamda, insanoğlunun en büyük düşmanı olarak zikredilen varlıklardır. İki ilahide büyücü ve sihirbaz olarak tanımlanmalarına karşılık, genelde hem insan hem de hayvan şekline girebilen theriomorfik varlıklar olarak kabul edilirler. Onlar ya her an saldırmaya hazır bir köpek, akbaba, kartal veya atmaca gibi yırtıcı varlıklar şeklinde ya da bir koca, erkek kardeş veya sevgili suretinde görünürler. İnsan suretinde oldukları durumlarda ise, çoğunlukla iki ağızlı, üç başlı, dört kollu, beş ayaklı korkunç yaratıklar biçiminde tanımlanırlar. Tek başlarına değil, toplu olarak yaşadıkları, bazen de iki, üç veya dört kişilik aileler şeklinde bulundukları ifade edilen bu korkunç yaratıklar, tıpkı insanoğlu gibi ölümlü varlıklardır. İnsan veya hayvan etiyle beslenir, vampirler gibi insan kanı emerler. İnsanlara musallat olduklarında onları hasta ederler, akıllarını başlarından alırlar ya da onların konuşma yeteneklerini yok ederler. Bu korkunç yaratıkların güneş ışığı başta olmak üzere hiçbir ışıktan hoşlanmadıkları, ıssız, karanlık ve kirli ortamları sevdikleri ve geceleri dolaştıkları kabul edilir. Bu durumda pek doğal olarak, onların en büyük düşmanı ateş tanrısı Agni’dir. Dolayısıyla Raksaların şerrinden korunmak isteyen kimselere Agnihotra denen törenler ile Agni’nin yardım ve lütfunu temin eden özel tılsım veya mantralar telkin edilir.

Hint kutsal literatüründe sözü edilen diğer bir kötücül grup ise Piçakalardır. Temel nitelikleri bakımından raksalara benzeyen bu varlıkların en ayırt edici vasfı, ölü ruhlarına musallat
olmaları ve onları rahatsız etmeleridir. Çiğ et ile beslendiklerine inanılan piçakalar, hastaların ve henüz dünyadan ayrılmış ata ruhlarının korkulu rüyasıdır.

Özetle ifade etmek gerekirse, Vedalar döneminde kötülük, birçok bakımdan tanrısal varlıklarla ortak özellikleri paylaşan ve genel olarak demonlar adı verilen insan üstü yaratıklara atfedilir. Bunlar insanlar gibi ölümlü varlıklardır, mahiyetleri gereği insanlara veya tanrılara zarar verebilirler. Vedalar dönemi tanrıları gibi, bu kötücül varlıkların da kendi aralarında bir iş bölümü yaptıkları dikkati çeker. Nitekim daha önce ifade edildiği gibi gibi asuralar tanrıların, raksalar insanların, piçakalar da öncelikle ölü ruhlarının baş düşmanları olarak tanımlanmıştır.

İkinci dönem metinleri olan ve Upanişadlar adıyla bilinen kutsal metinlere geldiğimizde ise, gerek anlatım tarzı gerekse tanrı veya k.tücül varlıkların mahiyeti konusunda, tamamen farklı bir anlayış göze çarpar. Zira Upanişadlarda, Vedaların mitolojik ve mecazi anlatımının yerine anlaşılması oldukça zor olan soyut bir anlatım geçmiştir. Upanişadlar dünyadaki kötülüğü ve insanların karşılaştığı olumsuz durumları Vedalar’da olduğu gibi insan üstü bir varlığa/varlıklara atfetmez. Onları, insanın gerçeği bilmeyişinden kaynaklanan bir durum olarak değerlendirir. Buna göre Upanişadlarda insanı felakete sürükleyen şeytan mâyâ’dır. Fakat mâyâ, burada Vedalardaki gibi antropomorfik veya theriomorfik nitelikleri olan bir varlık değil, insanın gerçek konusundaki bilgisizliği ve yanılgısına delâlet eden bir kavramdır. Yani bu dönemde, tıpkı Tanrı kavramı gibi kötülüğün nedeni de soyut bir kavrama indirgenmiş bulunmaktadır.

Üçüncü dönem metinleri, M.Ö. 200-M.S. 200 dönemlerine tarihlenen Ramayana ve Mahabharata destanları ile mitolojik nitelikteki Puranalardır. Bunlara büyük oranda Vedalara benzeyen, ancak bünyesinde Upanişadların bakış açısını da barındıran bir kötülük ve şeytan anlayışıyla karşılaşırız. Başka bir deyişle, bu dönemde, dünyadaki kötülüğün veya insanların karşı karşıya kaldıkları açlık ve sıkıntıların nedeni, bazen Ravana, Mâra veya Yama gibi insanüstü nitelikleri haiz oldukları düşünülen efsanevi varlıklar, bazen de -Gita’da olduğu gibi- insanın iradi eylemleri olarak görülür. Kısacası, Hint destanlarında, kötülük ve şeytanla ilgili olarak, Vedalar ve Upanişadların karışımı bir anlayış göze çarpar. zira bır yandan insanların karşılaştığı kötülüklerin kendi amellerinden kaynaklandığı benimsenmek suretiyle Upanişadların konuyla ilgili anlayışlarının devam ettirildiği görülürken, diğer taraftan Ravana’nın şahsında kötülük kaynağı kişileştirilmek suretiyle Vedaların mitolojik anlatımına benzer bir yaklaşımın sürdürüldüğü dikkati çeker.

Budizm’de Şeytan

Budda’ya, bütün dünyevi hazlar, geçicidir ve değişmeye mahkûmdur; Fânilik ise, bünyesinde acı ve ızdırabı da taşır. Bu nedenle dünyaya ait her şey, sonuçta acı ve ızdırap kaynağıdır. Budda’ya göre, dünyada çekilen her türlü acı ve sıkıntının kaynağı yine insanın kendisidir, yani ondaki susuzluktur. Dünyaya karşı eğilim, arzu ve istek anlamında kullanılan susuzluk, hem eşyaya hem de ideoloji ve inançlara karşı duyulan bütün istek ve arzuları içerir. Bu da son noktada, insanın gerçek konusundaki cehâletine dayanır. Budizm’de dünyadaki kötülükler tamamen insanın kendisinden kaynaklanan ve yine ona zarar veren olgular olarak kabul edilmekte ve bu süreçte, herhangi bir insanüstü güç veya güçlerin etkisinden söz edilmemektedir. Fakat ilerleyen dönemlerde, kötülüğün kaynağına dair mitolojik anlatımların Budist kutsal yazılarında da yer almaya başladığı görülmektedir.

Bu bağlamda, kötülük konusunda öne çıkan ilk isim Mâra’dır. Hint mitolojisinde Mâra bazen Tanrı Vişnu’nun bazen de Brahma’nın oğlu olarak kabul edilmekte, zaman zaman da Kâma (Arzu), Kâla (Dehr/Felek) veya Yama (ölüm) gibi kötücül varlıklar arasında yer almaktadır. Sözlük anlamı itibariyle “yaralayıcı” veya “yaralayan” anlamlarına gelen Mâra terimi, kutsal yazılarda, genellikle, insanın başını sıkıntıya sokan her türlü dünyevi arzu-istek, böyle arzuların kaynağı olan Güç veya kişisel nitelikler kazanmış ölüm anlamlarında kullanılmıştır.

Yazar Makale ¨Budda’nın Mâra’yı Mağlup Edişi¨ adında bir hikaye aktararak devam eder ve bu hikayede geçen Mara’nın kim olduğu ile ilgili üç muhtemal yorumu verir. ( a) yeni ahit’te isa’yı yollundan çevirmeye çalışan İblis, b)geleneksel inanç ve uygulamaları savunan bir Hindû din adamı, c) insandaki nefret, şehvet, hırs ve öfke gibiniteliklerin sembolik bir ifadesi.) ikinci hikaye ¨Mâra’nın Dhaniye’yi Kandırması¨ adındadır ve hikayede Mara tarafından kandırlan Dhaniye’yi adında zengin bir çoban ile Budda arasındaki bir diyalog aktarılır. Mâra burada da ontolojik bir varlığı değil, aksine insandaki dünyevi isteklerin mecazi bir ifadesi olarak tasvir edilmektedir. Bu iki hikayeden hareketle Yazar şöyle bir sonuca varmaktadır: ¨ Mâra Buddizm’de bazen bir kötülük tanrısı olarak tanımlanmış olsa bile, bize göre bu durum, soyut fikirlerin insanlar tarafından algılanmasındaki zorluktan kaynaklanmaktadır. Mâra diye isimlendirilen kötücül prensip, söz konusu dinde ya nirvana yolcularının karşılaştıkları ve yenmeleri gereken her türlü fiziksel ve psikolojik zorluğu ya da kişiyi sevdiklerinden ayıran ölümün sembolik anlatımı olarak görülebilir. Budist literatürde onun bazen ölüm, bazen de insanın dünyada karşılaştığı her türlü olumsuz ve istenmeyen olaylarla karşılaşmasına veya vicdan azabı çekmesine neden olan bilgisizlik veya dünyaya aşırı düşkünlük olarak tanımlanması bundan dolayıdır.¨

* Bu makale, aynı isimle ayrıca Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2003, c. 17'de yayınlanmıştır.