Bir Dinler Tarihi Yorumcusu Olarak İbn Haldun: Seçilmişlik İnancına ‘Asabiyet’ Kavramıyla Bakmak

Makale
Salime Leyla Gürkan, Prof. Dr.
Bir Dinler Tarihi Yorumcusu Olarak İbn Haldun: Seçilmişlik İnancına ‘Asabiyet’ Kavramıyla Bakmak
EKEV Akademi Dergisi
Dinler Tarihi
Yahudilik (Genel)
2009
sy. 39
ss. 341-350
İbn Haldun, seçilmişlik, asabiyet.
Pdf
Asabiyet’ İbn Haldun’un toplum ve tarih teorisinin ana kavramı olarak bilinir. Ona göre hem dinî davetin hem de siyasi hâkimiyetin meydana gelmesi ancak asabiyet ile mümkündür. Başka bir deyişle, peygamber ya da lider konumundaki kişilerin kavimlerinin desteği ve himayesi olmadan başarıya ulaşması mümkün değildir.

Makalede asıl üzerinde durulan kısım, İbn Haldun’un Yahudilerin seçilmişlik doktrini ile asabiyet kavramı arasında kurmuş olduğu ilişkidir. Ona göre seçilmişlik esasen asabiyet oluşturmak anlamına gelmektedir. Bu tespiti Tevrat’a atıfla değerlendirmek mümkündür. Tevrat’ta ilk İbrani atası olarak kabul edilen İbrahim’in mesajını çocukları ve ev halkı arasında yaymasına yönelik emir ile İbrahim, İshak ve Yakub’un kavim içinden kız alma konusunda ısrarlı olduklarına ve daha sonraki süreçte de çevre toplumlarla evlilik ilişkisine girmemelerine yönelik buyruklar, İbn Haldun’un asabiyet vurgusunu destekleyecek türden ifadelerdir. Buna ilave olarak İbn Haldun’a göre Musa önderliğinde Mısır’dan kurtarılıp Sina’da toplu olarak gerçekleştirilen ahit, hedef birliği kapsamında İsrailoğulları en üst seviyede asabiyet kurmayı başarmış bir topluluktur. Hatta Tevrat ve Kur’an’da da geçtiği üzere Kenan topraklarına girmeden önce Sina çölünde geçirilen kırk yıllık dönem de İbn Haldun tarafından bu doğrultuda yorumlanmaktadır. Ona göre bu süreç, Mısır’da uzun yıllar maruz kaldıkları kölelik ve ezilmişlik psikolojisinden kurtulmalarını ve dayanışma ruhuna sahip olmaları açısından asabiyetin teşekkülünü sağlayan hazırlık sürecini kapsamaktadır.

İbn Haldun’a göre asabiyet hususunda din ve siyasi hâkimiyet arasındaki ilişkininin birebir tezahürünü İsrailoğulları’nın tarihinde görmek mümkündür. Ancak onlardaki asabiyette ahit kilit noktasıdır. Buna göre ahit bir taraftan İsrail ile Tanrı, diğer taraftan cemaati içi ilişkiler bağlamında İsrailoğulları’nı bir sistem içinde tutacak kuralları ve sınırları ihtiva etmektedir. Bunlar korunduğu takdirde onlar diğer toplumlar karşısında sosyal ve siyasi açıdan üstün konuma gelebileceklerdir. Aksi olduğunda ise Tanrı’nın özel yardımından mahrum kalmaları ve çevre toplumların boyunduruğu altına girmeleri kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla onların seçilmişliği, asabiyet kavramı çerçevesinde bir topluluk ya da millet oluşturabilme anlamına gelen metaforik bir ifadedir.

İbn Haldun’dan üç buçuk asır sonra yaşamış olan Spinoza da buna benzer ifadeler kullanmaktadır. Ona göre İsrailoğulları ne bilgi ne de ahlâkî meziyet açısından diğer topluluklardan üstün ya da ayrıcalıklı bir öğretiye sahiptir. Dolayısıyla Tevrat’ta bahsi geçen ahit, şeriat ile buna bağlı seçilmişlik ve üstünlük ifadeleri, ancak İsrailoğulları’nın müstakil bir topluluk oluşturmaları için gerekli olan yapılanma adına ortaya konmuş olan ifadelerdir.

Gürkan’a göre İbn Haldun’un bu teorisini devam ettirmek suretiyle, Yahudi tarihindeki ilk büyük sürgün kabul edilen Babil sürgünü dönüşünde Ezra’nın gerçekleştirdiği dinî reformu da bu kapsamda yorumlamak mümkündür.

Sonuç olarak İbn Haldun ve Spinoza’nın seçilmişlik yorumları arasındaki benzerlik barizdir. İsrailoğulları’nın seçilmişliği ya da üstünlüğü, İbn Haldun’un asabiyet olarak isimlendirdiği nesep birliği ya da grup dayanışması oluşturma ve bu şekilde dinî-millî bir topluluk olarak devlet kurmayı başarma anlamına gelmektedir.